Irk Ayrımı İle Mücadele Günü

21 Mart

Atatürk ve Barış

İnsanlığın doğuşundan bugüne kadar sürekli bir mücadele içinde bulunuşu barışın
değerini ve önemini artıran en önemli sebeplerden biridir. Savaş insanlık için
her zaman yıkım ve felaket olmuş, barış ise insanlığa mutluluk ve saadet
getirmiştir. İnsanın var oluşu ile birlikte verdiği savaş aslında özlemini
duyduğu en ideal yaşam biçimini yakalamaya yönelik verdiği mücadeledir. Aslında
bu mücadele kişinin doğası gereği yaptığı savaştır. Bilinmeyeni araştırma ve
öğrenme içgüdüsü bu savaşın en ana noktasıdır. Bu doğal olarak insanı
araştırmaya, bulmaya, değerlendirmeye, öğrenmeye ve giderek ideale ulaşmaya
itecektir.

İnsanların ütopya olarak gördükleri ve bu uğurda savaştıkları barış ortamı,
insanların özlediği, birlik ve beraberlik, huzur ve güven içinde yaşama arzusunu
beraberinde getirmektedir. Bu niteliği ile savaşların en mutlu olanı barış için
savaştır. Savaşı da barışı da başlatıp bitiren insandır, noktasından hareketle,
savaş insanların fikrinde başlamaktadır. Bu nedenle barışın savunmasında
insanların fikrinde oluşturulmalıdır.

Ulusal tarihimizin en büyük lideri ve önderi olan Atatürk ün en önemli
vasıflarından biride insanlık idealine ve barışa olan yaklaşımı ve katkılarıdır.
O sadece bu idealini Türk dünyası için değil bütün insanlık için gerçekleştirmiş
ve dünya barışının en büyük savunucusu ve koruyucusu olmuştur. Atatürk’ün tüm
dünya tarafından asker, siyasetçi ve reformist olarak tanınmış karizmatik ve
pragmatik bir lider olarak tarihe yön veren yapısı ile insanlık sevgisine
dayanan idealist görüşleri ile evrenselleşmiştir. Olağanüstü bir inkılâpçı olan
Atatürk Sömürgecilik ve emperyalizme karşı çıkmış ve dünya ulusları arasındaki
karşılıklı anlayışın ve sürekli barışın öncülüğünü yapmış, bütün hayatı boyunca
insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği
içinde insan haklarına saygılı bir lider olmuştur. Gerçekten Atatürk, en yakın
silah arkadaşı İsmet İnönü nün belirttiği gibi, İnsanlık idealinin âşık ve
mümtaz siması olmuş ve bütün dünyaya verdiği barış mesajları ile bunu her zaman
kanıtlamıştır.

Atatürk’ün insanlık idealinde, özgürlük, bağımsızlık ve insan haklarına saygı ön
planda gelir. Onun özgürlük ve bağımsızlık tutkusu, bencil değil ulusaldır.
Hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki evrenseldir, bütün insanlık dünyasına
yöneliktir. O, “Özgürlük olmayan ülkede ölüm, yıkılış vardır. Her ilerlemenin,
kurtuluşun anası özgürlüktür”,demektedir. Onun insanlık idealini taçlandıran
barış tutkusu gerçekten dikkate değer bir enginliktedir. Bu büyük Türk her
şeyden önce meslekten yetişmiş bir asker, dolayısıyla savaşı iyi bilen bir
devlet adamıdır. Ancak hiçbir zaman savaşı sevmemiş ve mecbur kalmadıkça ona
başvurmamıştır.

Atatürk bütün insanların eşit hak ve fırsatlara sahip olmasını istemektedir. O,
İnsanların, mensup olduğu milletin saadetini düşündüğü kadar diğer milletlerinde
huzur ve refahının düşünülmesi gerektiğini her fırsatta ifade etmiştir. Kaldı ki
dünya milletlerinin saadetine çalışmak diğer bir yoldan kendi huzuruna
çalışmaktır. Bu düşünceden hareketle Atatürk; insanlığın tümünü bir beden ve bir
ulusu da bunun bir organı sayar.” Bedenin parmağının ucundaki acıdan öteki bütün
organların etkileneceğini belirtir. O, ”İnsan bağlı bulunduğu ulusun varlığını
ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün ulusların dirlik ve gönencini de düşünmeli,
kendi ulusunun mutluluğuna ne denli değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının
mutluluğuna da o denli değer vermelidir; Çünkü dünya uluslarının mutluluğuna
çalışmak, başka yoldan kendi dirlik ve mutluluğunu sağlamaya çalışmak demektir.”
demiştir.

Atatürk ‘ün insanlık ideali geleceğe yönelik ve umut doludur. 1923 yılında
söylediği şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır. “ Doğudan şimdi doğacak olan
güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu
milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak,
daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye
ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve
bütün engellere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe
ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak yerlerini
milletlerarasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve
işbirliği çağı olacaktır.”

Atatürk insanlık idealini sonuna kadar savunan ve bu ideali korumaya çalışan bir
lider olarak her zaman dünyaya barış mesajları vermiştir. O;” Biz kimsenin
düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız ifadesi ile bunu
kanıtlamıştır. Onun insanlık ideali asil ruhundaki insanlık sevgisinden
kaynaklanır. Hiçbir faninin erişemeyeceği kadar üstün ve yüce bir insan
sevgisine sahip olan Atatürk, bu sevgisini tüm dünyaya yayma çabasını sonuna
kadar sürdürmüştür.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği üstün başarıları, kendisindeki insanlık duygusu ile
birleşince evrensel bir nitelik kazanmıştır. Bu nitelikler batı ülkelerini
etkilediği kadar özgürlüğe muhtaç Asya ve Avrupa ülkelerini de etkilemiş ve
onlara yön vermiştir. Bugün özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi arayışı içinde
olan ve bu yolda mücadele veren bu ülkeler Atatürk’ün çizdiği ve uyguladığı
politikaları takip etmekte buna yanaşmayanlar ise sömürge ve bağımlı yaşamaya
devam etmektedirler.

Alman Devlet adamı Bismarck’a göre gerçek büyük adamı şu üç nitelik belirler;
tasarımda soyluluk, uygulamada insanlık, başarıda ılımlılık. Atatürk’ün kişisel
yapısına baktığımız zaman bu üç niteliği aynen görmekteyiz.

O, önce milletinin bağımsızlığını sağladı sonra milletini çağdaş uygarlık
düzeyine eriştirerek tasarımda ne kadar usta olduğunu kanıtladı.
Kurtuluş savaşında savaş esirlerine ve yerde sürünen Yunan bayrağına karşı
takındığı tavır ve bu bayrağı yerden kaldırtması ile uygulamadaki insanlığını
gösterdi.
Kazandığı zaferlerden sonra başka milletlerin topraklarına ve bağımsızlıklarına
göz koymamakla da ne kadar ılımlı olduğunu ortaya koydu.

İnsanlar arasındaki ilişkiler ya çarpışma, zorlama veya uyumdur. Menfaat
çarpışmalarının tabii sonucu mücadeledir, savaştır. Menfaatlerin uyuşması ise
barıştır. Barış ve savaş birbirine taban tabana zıt iki ayrı kavramdır.
Barış kısaca sosyal düzendir, güvenliktir, hukuk ve kazanılmış haklara saygıdır.
Toplum hayatında dengenin sağlanmasıdır.

Mücadele, en vahim olanı savaş ise anarşidir, karışıklıktır, kararsızlık ve
dengesizliktir.
Teknik anlamda savaş, bir devletin kendi idaresini zorla kabul ettirmek amacı
ile başka bir devlete karşı zor kullanarak yaptığı silahlı mücadeledir. Savaş
her zaman ve her devirde tehlikeli olmuş insanların ölümüne, sefaletin artmasına
ızdırapların çoğalmasına sebep olmuştur.

Atatürk hayatının büyük bölümünü asker kişiliği ile savaş meydanlarında
geçirmiş, ancak hiçbir zaman savaş taraftarı olmamıştır. “Savaş Zaruri
Olmalıdır, Zaruri Olmayan Savaş Cinayettir” ifadesi ile bütün yaşamı boyunca
barışa bağlı kalmıştır.
Atatürk neden barış adamıdır? Atatürk bir kere Türkiye’nin ve dünyanın en büyük
çağdaşlaşma lideridir. Çağdaşlaşma lideri olan bir kimsenin ülkesinde barışa,
sükûna, huzura ihtiyaç vardır. Ancak barışın hem içeride hem de dışarıda
sağlanması zorunludur.
1931’de “ Yurtta Barış Cihanda Barış” ilkesini dile getiren Mustafa Kemal bunu
her alanda uygulamıştır.

Yurtta barış cihanda barış ilkesi bir taraftan yurt içinde huzur ve sükûnu güven
içinde yaşamayı diğer taraftan da milletlerarası barış ve güvenliği hedef tutar.
Yurtta barış toplum hayatındaki düzeni, vatandaşın devlete güvenini, devletin de
ülkede kanun hâkimiyeti ve hukuk hükümranlığı yurtta barış ilkesinin en tabii
sonucudur.
Yurtta barış, devletin, vatandaşına karşı huzur ve güven içinde yaşama imkânına
kavuşma için yükümlülükler de yükler.
Cihanda barış ise milletlerarası barış ve güvenliğin korunmasını ve sağlanmasını
amaç bilir.
Yurtta barış cihanda barış, en geniş ve yaygın anlamı ile teknik bir deyim olan
kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını ifade
eder.

Bu ilke yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet politikası olarak kuruluşundan
itibaren izlenmeye başlanmıştır. Ancak burada dikkatimizi çeken önemli nokta,
milli mücadele yıllarında esas hedef ilk hedef, Misak-ı Milli sınırları ile
belirlenen vatan topraklarını işgalden kurtarmak, milli bağımsızlığı sağlamak,
Türk milletinin menfaatlerine uygun adil bir barış yapmak öncelikle izlenmesi
gereken bir politik tutum olmuştur. Zaferden sonra ise Misak-ı Milli sınırları
içindeki Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsızlığı cihanda barışın ilk şartı
olmuştur.

Atatürk, milliyetçiliğe önem veren bir devlet adamı olarak, bütün başka
milletleri hor gören, aşağılayan saldırgan bir tutumda asla olmamıştır. O, bu
konuda;
“Baylar dış politikamızda dost bir devletin hukukuna saldırı yoktur. Ancak
hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz, edeceğiz.
Türkler bütün medeni milletlerin dostudur demiştir.

Atatürkçü düşünce sistemi, Türk Milleti’nin iç kavgalara sürüklenmeden, milli ve
sosyal dayanışma içinde kalkınmasını amaçlar. Milli beraberlik, milli bütünlük,
milli dayanışma, Atatürkçü düşünce sisteminde önemli bir yer tutar.
Atatürk her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da işbölümünün zorunlu şekilde
mevcut olduğunu kabul ediyor, ancak çeşitli işlerde çalışan yurttaşlar arasında
sınıf kavgasının bilerek körüklenmesine karşı çıkıyor ve bunun iç barışı tehdit
ettiğini belirtiyordu.

Türk milletini oluşturan bireylerin doğum yerleri ayrı da olsa, vatanları
birdir. Meslekleri, mezhepleri ayrı da olsa, mensup oldukları millet birdir.
Atatürk’ün ısrarla belirttiği gibi ortak bir tarihin, ortak sevinçlerin, ortak
kederlerin ve ortak bir kaderin aralarında sayısız bağlar ördüğü yurttaşlar,
ırk, mezhep, sınıf kavgalarıyla bölünüp parçalanmamalıdır. Yurtta barış ancak
böyle sağlanabilir.
Atatürk’ün barışçılık anlayışında, teslimiyetçi, boyun eğmeye hazır, hayalci,
pasifist bir tutum asla yoktur. Bir milletin barış içinde yaşaması için kendinin
savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. Pek çok
savaş, felaketi geçirmiş olan Türkiye’nin barış ihtiyacının büyük olduğunu
belirtirken, barışın ancak güçlü olmakla korunabileceğini söylemiştir.

Sömürgeciliğin yeryüzünden er geç silineceğini belirten, “Yurtta barış, dünyada
barış” ilkesiyle geleceğe ışık tutan Atatürk, çağının ilerisinde bir liderdi.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) doğumunun 100.
Yıldönümünde Atatürk’ü anma kararı alırken şöyle diyordu:

“Kemal Atatürk, dünya milletleri arasında devamlı barış ülküsünün ve karşılıklı
anlayış ruhunun olağanüstü bir öncüsüdür. Bütün hayatı boyunca insanlar arasında
hiçbir renk, dil ve ırk ayrımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağının açılması
uğrunda çalışmıştır.”
1938 yılında Milletler cemiyeti Atatürk hakkında;

“Barışın Dahi Hizmetçisi” deyimini kullanarak uluslararası barışa yaptığı
hizmetleri anlatmıştır.
Atatürk uluslararası barışın devamlı ve kalıcı olmasını istemiş ve şu sözleri
söylemiştir.
“Eğer devamlı barış isteniyorsa insanların, insan kütlelerinin durumlarını
iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı
açık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve
kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidirler.”

Türk Milleti Atatürk’ten bu yana tarihinde en uzun barış dönemini yaşadı.
Kalkınmasını barış içinde sürdürmeye çalıştı. 1923 ile 1937 yılları arasında tam
26 dostluk anlaşması imzaladı. Bunlarla karşılıklı ilişkiler dostluk üzerine
kuruldu. Barış için atılan bu adımlar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
çağdaşlaşmasında etkili olmuş ve Türkiye’ye huzur ortamını sağlamıştır.

Atatürk’e göre barış, toplumun bağımsızlık ve özgürlük ortamında yaşadığı
durumlarda gerçekten vardır; özgürlük ve barıştan yoksun bir toplum için barış
bir erdem olmaktan çıkar. Bu gibi durumlarda ulusun kendisini savunması,
ülkesinin bütünlüğünü korumak uğruna savaşması bir insanlık görevidir ve
barışseverliğe ters düşmez. Kısacası bağımsızlığı ve özgürlüğü korumak için
savaşmak bir haktır.

O bu konuda “ Bizim için barış demek, gerçek ve özgür yaşayışımızı
sağlayabilecek nedenleri elde ediş demektir. Bu nedenleri sağlayamadan barış
yapmaya yanaşmak, barış oldu demek, kendi kendimizi aldatmak olur.” Demiştir. İç
işlerimizde belirleyici faktör olan Misak-ı Millinin aynı zamanda dış
ilişkilerimizin de belirleyici temel ilke olduğunu ifade ederek “Özgürlüğünü ve
bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı
yoktur. Bu uğurda savaş gereklidir.” demiştir. Başka bir değişle Atatürk’ün
barış anlayışı, tarihte birçok örneği görüldüğü gibi, düşçü bir barış anlayışı
değil, gerçekçi bir barış anlayışıdır. Her zaman kardeşlik ilişkilerimizin
pekiştirilmesini dış politikamızın temeli olduğunu vurgulayan Atatürk,
kesinlikle başka ulusların toprağında ve egemenliğinde gözümüzün olmadığını ve
barışında temel noktasının bu olması gerektiğini söylemiştir.

Atatürk’ün barış anlayışı, gerçekçi, akılcı, insancı ve uygarlıkçıdır. Hem
ulusumuzun, hem de tüm insanlığın esenlik ve mutluluğu bu anlayışın odak
noktasıdır. Dünya çapında, uluslar arası yazgı ortaklığının başka anlatımı
olamaz. Öte yandan, ulusçuluk da bu bağlamda yepyeni bir anlam, özgün bir içerik
kazanır, barışçı ve uygarlıkçı bir yörüngeye oturur. Tüm bencillikten uzak,
başka uluslarında hakkını tanıyan bir anlayıştadır. Ulu önder, başka alanlarda
olduğu gibi barış konusunda da yalnız kuramsal düşüncelerle yetinmemiş daha
öncede belirtildiği gibi bunları uygulamaya koyarak düşünce eylem işbirliğini
uygulamıştır.

Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla varlığını, şerefini, yaşama hakkını kazanan
yüce Türk milleti, Cumhuriyetten bu yana milli tarihinin en uzun barış dönemini
yaşamıştır. Kalkınmasını barış içinde sürdürmeğe çalışmıştır. Bunu da ulu önder
Atatürk’ün başlattığı ve en iyi uygulattığı “Yurtta barış cihanda barış” ilkesi
çerçevesinde gerçekleştirmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir