Mevlana Haftası

2 – 9 Aralık

İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam
düşünürlerinin fikir sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni
içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni
ufuklar açan Mevlana Celaleddin-i Rumi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir
ışık, manevi bir güneş, Muhammed Ali’nin bendesidir.
Bugüne kadar gönüller tutuşturan ve bundan sonra da insanı etkilemeye devam
edecek olan Veli, kutup, pir, insan-ı kâmil, büyük şair gibi sıfatlarla
isimlendirilen bu büyük insan hepimize ışıktır.
Gönüller sultanı Hz. Mevlana aşkın kemalidir; ama yalnız aşkın mı? Hayır, O tüm
güzelliklerin kemalidir, ilmin de hikmetin de, aklın da…

O’nun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve
Birliktir.

O, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşit olarak insan
kalbini saflaştırmış, bir bilgi kaynağı olarak insan aklını nur ile yıkamış,
akıl ve gönülleri kirden kurtarmış, gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin temsilcisi
olmuştur.

Onun içindir ki hangi âlim Mevlana’yı tanısa yücelmektedir. O’nun yoluna gönül
koyan herkes kemale, sevgiye, insanlığa, bilgeliğe, hoşgörü ve yüksek ahlaka
ulaşmaktadır.
O, hiç bir şeyi inkâr etmez ama her şeyi birler, bütünleştirir ve sevdirir. O,
kimseyi ayrı görmez. Çünkü O, her şeyin Allah’ın zuhuru ve tecellisi olduğunu
bilir ve bunu insan gönlüne ve insana hal olarak yansıtır.

Mevlana aziz ve yüce bir üstad’dır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve bir
düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve
he rşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber-i zişan’ın gerçek
temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.

"İnsan yaratılmışların en şereflisidir" düsturuyla her dilden, her dinden, her
renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlana sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün
sembolüdür.

HZ. MEVLANA’YA GÖRE İNSAN

Hz. Mevlana’da insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, ilahi ile beşeri
benliğinde toplayan bir birleştiricidir. İnsan ölümsüzlüğün, ölümlü beden içinde
tekamül seyrini yaşamak için bu alemdeki görünümüdür. İnsan varlık ağacının
meyvesidir. Bir rubaisinde şöyle seslenir:
"Suret suretsizlikten meydana geldi. Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda
getiren, mum ve petek değildir. Arı biziz, şekil ve çokluk sadece bizim imal
ettiğimiz mumdur. Şekil ve cisim bizden vücuda geldi. Biz onlardan değil; şarap
bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil."
Hz. Mevlana varlığın özü, yani yaratıcı kudretle insanın özünü birleştirmiştir.
İnsanın şeref ve yükümlülüğü, zevki ve çilesi işte bu birlikten
kaynaklanmaktadır. Bu birlik insanı varlığın gayesi yapmıştır. Varlık, anlamını
insanla kazanır. Yaratıcı eserini insanla seyreder, zira insan hakkın gözü ve
aynasıdır.

Hz. Mevlana şöyle seslenir:
"Sen cihanın hazinesisin, cihan bir yarım arpaya değmez. Sen cihanın temelisin,
cihan senin yüzünden taptazedir. Diyelim ki âlemi meşale ve ışık kaplamış;
çakmaksız ve taşsız olduktan sonra o, iğreti bir rüzgârdan başka nedir?"
Yüce Hüdavendigar "Mümin müminin aynasıdır" hadisini açıklarken şöyle konuşur:

"Tanrı’nın adlarından biri de el-mümin’dir. İman eden kula da mümin denir. Mümin
müminin aynasıdır demek, Tanrı onda, o aynada tecelli etti demektir." O halde
Hakk’ı insanda görmek gerekir. Bunu yapmayan, görmesini bilmiyor demektir.

Yine Mevlana şöyle seslenir:
"Murat sensin. Neden oraya buraya koşuyorsun? O, sen demektir. Ama sen, sakın
ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da sen olur."

"Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu! Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu
varlık. Her şey sensin. Âlemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan
kendinde ara, çünkü her varlık sende."
İnsanın bu şerefi bedava değildir. Bu şerefin beraberinde getirdiği sorumluluk
ve ıstırap da büyüktür. İnsanın şerefi gibi, sorumluluğu ve ıstırabı da varlığın
en büyük sorumluluk ve ıstırabıdır. Mevlana’nın kavgası eşyaya boyun eğen
insanı, eşyayı boyun eğdiren bir yaratıcı benlik haline getirmek içindir.

İnsan, ne olduğunu anlamak için nereden geldiğini anlamak zorundadır. Mevlana’ya
göre böyle bir anlayış Yaratıcı kudretten koptuğunun bilincinde olan insanın
nasibidir.
"Tanrı, ululuk sırlarını insanda belirtmiştir. İnsanın önünde canla, gönülle,
bedenle gerçekten bir secde ettin mi ne yana dönersen orası gönlüne Kabe olur."

Mevlana yine bir beytinde:
"Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük bir
şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey sensin; her
şeyden öte ne varsa o da sensin; O da senden ibaret."
İnsan geçirdiği bu kadar maceraya rağmen kendi değerinin henüz farkında
değildir. Kendisini kuşatan dünyanın nice tufanına tanık olmasına rağmen kendi
içinde sakladığı tufanların henüz idrakine varamamıştır.

"Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır. Sandık kapanmış,
kilitlenmiştir. O da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir. Ama günün
birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırıp parçaladı mı nelere gücü
yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün."
“İnsanların taş yüreklerinde öylesine bir ateş vardır ki perdeyi kökünden yakar.
Perde yandı mı, insan Hızır hikâyelerini de tamamen anlar. O eski aşktan gönlün
içinde yeniden şekiller meydana gelir.” Ve yine şöyle seslenir yüce Mevlana:
“Sen ya Tanrı nurusun ya da Tanrısın; onun mazharısın. Şu dönen göğü Tanrı’ya
layık görme, yıldızlarla ayda irade, bir özgürlük var sanma. Güneşlerin güneşi
sensin. Şu gök kubbede dönüp duran güneş başı bağlı bir topal eşek gibidir.”

Din, dil, ırk ayırmayan, her şeyi ve herkesi Tanrı’nın bir parçası olarak gören
yüce Mevlana’nın kadını bu düşüncenin dışında tutmadığını anlatmaya herhalde
gerek yoktur. Her zerrenin Tanrı’nın birer parçası olduğunu belirten bu büyük
insanın cinsiyet ayrımı yapabileceğini düşünmek ancak cahilliktir. O’na göre
Tanrı katında cinsiyet yoktur. Dolayısıyla maddi âlemde de cinsiyet ayrımının
getirdiği davranış farklılıkları olmamalıdır.
Hz. Mevlana aşkla, müzikle, sema ve şiirle beslenip gelişen bu dinler üstü yolda
kadına da büyük bir önem vermiş, her konuda olduğu gibi bu konuda da çağın
ötesinde düşünmüş ve uygulamıştır. Kadını hayatın diğer parçaları gibi, belki de
daha fazla önemsemiştir. Onları hayatın içine çekmeye çalışmış ve devrin
şartlarına aldırmadan, hiç çekinmeden insanlığın kadınla birlikte var olduğu
mesajını tüm âleme vermiştir.

Mesnevisinde,
“Kadın bir Nur’dur sevgili değil, kadın yaratıcıdır yaratılmış değil…”
sözleriyle kadına bakışını çok net olarak tanımlayan Hz. Mevlana, onu “yaratan
kudret” mertebesine çıkarmış ve yaratıcılığın simgesi olarak göstermiştir. O her
şeyden önce, kadının kapanmasının ve örtülmesinin aleyhindeydi. “Fi-hi Mafih”
adlı eserindeki bir fasılda, karısını örten kapatıp kimseye göstermeyen erkeği
‘koltuğunun altına bir somun ekmeği saklamaya çalışan insan’a benzeterek
kınamıştır. Gizlenmenin ve örtünmenin karşısındaki insanın daha çok merakını
arttıracağını ve görme duygusunu kamçılayacağını belirten Mevlana bunun sadece
kötülüğü arttıracağını ifade etmiştir.

Kadının veya erkeğin değil, insanın iyisi ve zararlısı olduğunu söyleyen
Mevlana, bu görüşlerini hayatında da uygulamıştır. O’nun bir çok kadın müritleri
vardı ve onların davetlerine hep uyar, aralarına katılır onlarla şiirler okur ve
onlarla sema derdi. Hz. Mevlana’yı seven kadınlar onun başına güller serperdi.

Hz. Mevlana tek kadınla yaşamış, cariye ve köle kullanmamıştır. Oğlu Sultan
Veled‘e yazdığı bir mektupta zevcesini hoş tutmasını, ona saygı göstermezse
kendisini de incitmiş olacağını belirtmiştir.

Hz. Mevlana öyle bir potadır ki oraya atılan her madde, orada yeteneğine göre en
uygun gelişimini bulmuştur. Oraya düşen her zerre güneşlere ışık salan bir hal
almış, padişahlara buyruk yürütmüş, tahtsız taçsız gönüller hakanı sayılmış, ya
da yokluğa karışmış, addan sandan geçmiş, insanlığa bir iksir olmuş, soluk
alanların ciğerlerine işlemiş, yeni bir arayış gücü vermiştir.

En güzel görüş Mevlana’nın nazarıyla beslenmiş, gelişmiş, en tatlı ses
Mevlana’nın konservatuarında ahenkleşmiş, beste olmuş, en gerçek bilgi Mevlana
enstitüsünde metodlaşmış, şaheser vermiş, en insani duygu Mevlana hareminde
olgunlaşmış, kudret haline gelmiştir. Mevlana, kendisine gönül verenleri hem
kendi asıllarına kavuşturan, hem içinde bulunduğu çağa göre, topluma göre en
yararlı olacak şekilde
yetiştiren bir “İnsanlık üniversitesidir”.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir