Türkçenin Sefaleti
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun Dili kullanış, bir milletin millî hassasiyetini gösteren ölçülerden biridir. Fakat dil söz konusu olunca, memleketimizde
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun
Dili kullanış, bir milletin millî hassasiyetini gösteren ölçülerden biridir. Fakat dil söz konusu olunca, memleketimizde bir millî hassasiyetten dem vurmak imkânsızdır. Bu alandaki sefaletimiz, sokaklarda, dâirelerde, evlerde boy boy teşhir edilmektedir.
İstanbul caddelerini gezenler, Türkçe bakımından çok acıklı bir manzara ile karşılaşırlar. Yüz metrede bir dikilen dolmuş durakları, Türkçe’nin sefalet ilânlarıdır. Bu duraklardaki “Bekleme yapılmaz” ibâresi karşısında, hiçbir Türk’ün yüreğinin sızlamaması ayrı ve daha büyük bir fâciadır. “Bekleme yapmak, konuşma yapmak, gecikme yapmak” diye diye Türkçe’de kendi başına çekilen fiil kalmayacaktır. “Bekleme yapılmaz” cümlesi, iki Türkçe kelimeden meydana gelmesine rağmen, Türkçe değildir. Bunun Türkçesi, “Beklenmez” şeklinde olacaktır. Türkçe’de trenler, “Gecikme yapmaz”, “Gecikir”. Son zamanlarda her kelime ile beraber “yapmak” ve “almak” fiillerini kullanış, çirkin bir moda hâline geldi. Dolmuş şoförleri artık “Taksim ve Beyazıt yapıyorlar” Çok daha işgüzarları, “Bebek yapıyor” Kibar bürokrasi, dâirelerde “Çay ve kahve alıyor”. Lokantada yemek için oturuyorsunuz. Garson geliyor ve soruyor: “Ne alırsınız efendim ?” Siz, listeden “Alacağınız” (Her hâlde çantanıza koyacaksınız) yemeği seçiyorsunuz; sonra da garson size “Servis yapıyor”.
“Banyo almak” başka bir kibarlık (!) örneğidir. Artık memleketimizde manavdan domates alınır gibi, “banyo alınmaktadır”.
Dilimizin güzelim “Gerek” kelimesi de her kalıba giren bir ucube oldu. “Lâzım” veya “Lüzum” kelimelerini kullanmak istemeyenler, hemen “Gereğini yapıyorlar”. “Çalışmaya lüzum yok” mu diyecekler; “Çalışmaya gerek yok” derlerse,Türkçe konuştuklarını sanıyorlar. Bu sirk soytarılarına benzeyen bir Türkçe’dir. “Lüzum” u kullanmak istemeyen “Çalışmak gerekmez” der.
Türkiye’de bir “TRT Televizyonu” var ki, tam bir Türkçe bozan yuvasıdır. Evlerinde televizyonu olanlar, haftanın dört gününde, yarımşar saat bu ibâreyi seyrederler. “Türkiye Radyo Televizyon Televizyonu” ne demek diye soran bir Ankaralıya henüz rastlamadık. Bu “Televizyon televizyonu”, 10 Kasım münâsebetiyle yayınladığı bir programda, Atatürk’ün Anıtkabir taşlarına kazılmış sözlerini okudu. Ekranından da bu sözleri aksettirdi. Ekranda gösterilen cümlelerden biri, “Yurtta sulh, cihanda sulh” idi. “Televizyon televizyonu” nun spikeri, bunu “Yurtta barış, dünyada barış” diye okudu. “Cihan”ı “Dünya” diye Öz Türkçeleştiren kafa, ne menem bir kafadır diye düşünmeyiniz. Bu kurumlu kurum, ne “Cihan”ın da “Dünya” nın da Türkçe olmadığını bilir, ne de iki kelime arasındaki mânâ farkını.
“Bundan dolayı, bundan ötürü, bu yüzden” gibi üç tane karşılığı bulunan, “Bu sebeple” yerine “Bu nedenle” uydurmasını kullananlara inanmayınız. “Bütün insanlar” demek varken, “Tüm insanlar” diyenlere hiç aldanmayınız. Çünkü, “Bütün” soyu sopu bilinen Türkçe bir kelimedir. “Siyâsî” yerine, “Siyasal”; “Tarihî” yerine, “Tarihsel” demenin Türkçecilikle ilgisi yoktur. Kökler, yine Arapça’dır. Siz de, “Resmî vazife” yerine “Resimsel görev” derseniz, bu işin gülünçlüğü ortaya çıkar. “Televizyon televizyonu” geçenlerde, “Şehirsel manzaralar” çeken bir fotoğrafçıyı tanıtıyordu. Dilimizde, isim tamlamalarının bulunduğunu da neredeyse unutacağız. Bir gün çocuklarımız, “Kitap yaprağı” yerine, “Kitapsal yaprak”; “Kalem ucu” yerine, “Kalemsel uç” derlerse hiç şaşmayınız. Zaten, şu isim tamlamalarının başına gelmedik kalmadı. Önce, “Sümerbank, Etibank, Raybank” diyerek, kolları bacakları kırıldı; sonra da “Restoran Yılmaz”, “Otel Bonjur” diyerek tepe taklak edildi. Şimdi sıra “sallı, selli” çıkıntılara gelmiştir.
Türklerin sefaleti maddî yaramız ise, Türkçe’nin sefaleti de manevî yaramızdır. Bir millet iktisâdî yoksulluktan ölmez ama kültür yoksulluğundan ölür. Türkçe ölürse, Türk milleti de yok olur. O zaman,ortada iktisâdî bakımdan kalkındıracak bir millet de kalmaz. Günümüzde Türk aydınının zihni Türkiye’nin kalkınmasını ekonomik temele bağlamakla şartlanmıştır. Kültürsüz bir milletin yaşayamayacağı âdeta unutuldu. Kültürün kaynaklarının dilde olduğunu ise, bilen yok gibi. Memleketimize bale dersi değil, Türkçe dersi lâzımdır.